HRANT DİNK, KATLEDİLİŞİNİN 10. YILINDA İZMİR’DE ANILDI
Gazeteci Hrant Dink, katledilmesinin 10. yılında İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri tarafından bir basın açıklamasıyla anıldı.
19 Ocak 2007 tarihinde bir suikast ile katledilen gazeteci Hrant Dink, ölümünün 10. yılında İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasıyla anıldı. Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde gerçekleştirilen anmada “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz” gibi sloganlar atılırken, basın açıklamasını geçtiğimiz günlerde yayımlanan KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu okudu. Kurtoğlu, Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden geçen 10 yıl boyunca adalet arayışını sekteye uğratmayı amaçlayan yalanlar ve oyalamaların devam ettiğini belirterek, “Cumhuriyet tarihi, faili meçhul siyasi cinayetlerle ve bu cinayetlerin bitmeyen davalarıyla doludur. Hrant’ın katlinin akabinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Hiçbir cinayet Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak’ demişti. Bugün bu cinayette dahli veya kusuru olan bazı kamu görevlileri yargı önüne çıkarılmış olsalar da ‘vur emri’ni kimin verdiğini hâlâ bilmiyoruz. Bu nedenle davanın üstünü örten sis perdesi henüz kalkmış değil” diye konuştu. Kurtoğlu, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Dolayısıyla zaman içinde Hrant Dink cinayeti de sözü edilen o dehlizlerde kaybolacak mı bilemeyiz ama bir bebekten katil yaratan zihniyetin o dehlizlerde üretildiğini çok iyi biliyoruz.
Dink cinayetinin ardından başlayan yargılama süreci, Türkiye’nin geçmişindeki diğer bütün siyasi cinayetlerin ardından başlayan yargılamalar gibi oldu. Yargılamanın devam ettiği ilk beş yılda üç-beş tetikçinin ötesine geçilmedi, soruşturma genişletilmedi. Kamu görevlilerini gösteren izlere rağmen, Jandarma, MİT ve Emniyet görevlileri, dava dosyasından uzak tutulmaya çalışıldı. Kısacası yargılama yıllarca bir müsamere havasında sürdü. Gerçek sorumlular hiçbir şekilde yargılanmadı, onu hedef gösterenler, tehdit edenler cezasız kaldılar. Hatta cinayete adı karışanlardan bazıları terfi ettirilerek ödüllendirildiler. Hal böyle iken 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında AKP iktidarı, o dönemde iktidarda olan sanki kendileri değilmiş ve cinayette hiçbir dahli yokmuş gibi şimdi tüm sorumluluğun Gülen cemaatinde olduğunu söylüyor.
Ey muktedirler; ne derseniz deyin, ne yaparsanız yapın ama bizi aptal yerine koymayın!
Çok iyi biliyoruz ki hepiniz o gün cinayet mahallindeydiniz: Polisinizle, jandarma istihbaratçınızla, valinizle hepiniz oradaydınız, hepiniz Hrant’ın katlinden sorumlusunuz.
Bugün yaşadığımız ülke, her bakımından 10 yıl öncesinin çok gerisinde… Ama en kötüsü, kötülüğün sıradanlaşması sürecinin tamamlanmış olması… Öyle ki, artık adaletten, vicdandan, özgürlükten, barıştan söz etmek suç ve suçluyu övmekle eş anlamlı hale geldi. Faşizmin bin bir yüzünün cirit attığı; muhalif her sesin, cebirle, tehditle, kanun kılığına sokulmuş kararnameler ile susturulmaya çalışıldığı; nefreti ve ayrımcılığı temel alan yeni bir resmi tarihin yazılmaya çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu nedenle 10 yıl önce Hrant’ı katleden zihniyeti hayatın her alanında çok daha yaygın ve yoğun olarak görmeye devam ediyoruz. Daha birkaç gün önce TBMM’de bir Ermeni vekilin, Garo Paylan’ın “soykırım” tanımını kullanmasına tahammül edemeyerek Paylan’ın ifade özgürlüğüne karşı aralarındaki tüm çelişkileri unutarak birlikte el kaldıranların bastırdığı aslında Hrant’ın sesidir. Garo Paylan’a milli mutabakatla verilen ceza, geçmişte neler olmuş olabileceğine ışık tuttuğu gibi, Hrant’ın katledilmesinin nedenini de açıkça ortaya koyuyor.
Özlüyoruz seni Ahparig. Sensiz, sensizliği yaşamak çok zor sevgili kardeşimiz.
Sen gittiğinden beri gökyüzüne uçan ve bir daha geri gelmeyen güvercinleri sayamaz olduk. Ne çoğu yaralandı kanadından kolundan. Barış olsun, hiçbir çocuk yetim kalmasın, öksüzlüğü bilmesin istiyorlardı onlar da. Ateş düşmesin hiçbir yüreğe diyorlardı. Biraz olsun araladığın kanlı kuyu ne çok can çekti içine. Hâlâ bu topraklarda farklı dillerden söylenen türkülerle, birlikte halaya durma umudumuzu yok etmek istiyorlar. İstiyorlar ki, her renk griye dönüşsün, herkes aynı şeyin doğru olduğunu düşünsün; sorgusuz sualsiz her şeye EVET desin…
Yüreğinden dökülen barışın, hakikatin, cesaretin ve umudun sesinin ulaştığı herkes seni çok özlüyor sevgili Ahparig.
Ancak herkes çok iyi bilmeli ki, bize miras bıraktığın ve hafızamıza kayıtlanan umudu, hücrelerimizden çıkıp dünyaya açılma imkânını, barış içinde bir arada yaşama ihtimalini yok etmek artık hiçbir şekilde mümkün değil. Bu umut, bu imkân, bu ihtimal, bu bir aradalık aynı zamanda senin bize vasiyetin idi. Bu vasiyete inatla sahip çıkarak her ne pahasına olursa olsun barışın dilini inşa etmeyi sürdüreceğiz. Tıpkı senin gibi, derin bir dünya ve insan sevgisiyle, alçak gönüllülükle, insanın yapma ve yeniden yaratma kudretine inançla, umutla, vicdanla demlendirilmiş bir akılla, eleştirel ve eylemden kopmayan bir düşünme cesaretiyle ve bedel ödemeye hazır bir şekilde, mutlaka ama mutlaka direneceğiz.”