AKP 15 TEMMUZ’U ADETA BİR “MİT” HALİNE GETİRİP KENDİ SİVİL DARBESİNİ ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞIYOR
TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu’nun da bileşeni olduğu İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri 15 Temmuz darbe girişiminin ardından geçen 1 yılı değerlendiren basın toplantısını BES Şube binasında gerçekleştirdi. Emek Demokrasi Güçleri adına açıklamayı TMMOB İzmir İKK sekreteri Melih Yalçın yaptı.
Özetle; OHAL ile birlikte sivil bir darbenin ilan edildiği ifade edilen açıklamada Darbe girişiminin ardından geçen 1 yıllık süreç değerlendirildi. Emek ve demokrasi güçlerine yapılan saldırılar ve toplumsal muhalefetin susturulması amacıyla çıkartılan KHK’lar ve sonuçlarının bir yıllık bilançosunun ele alındığı “AKP 15 Temmuz’u adeta bir “mit” haline getirip kendi sivil darbesini örtbas etmeye çalışıyor…” başlıklı açıklamaya DİSK ve KESK Temsilcileri de katıldı. Açıklama şöyle:
15 Temmuz darbe girişiminin ardından tam bir yıl geçti. Yapılış biçimi, zamanlaması darbe deneyimi fazla olan bizlere çok garip görünen bu kalkışma bu süre içerisinde de çok tartışıldı ve tartışma sürüyor.
AKP tarafından FETÖ/PDY olarak adlandırılan (eskiden adları Cemaat, Hizmet Hareketi vb. idi) Fetullah Gülen tarikatının organize ettiği açıklanan kalkışma hakkında bu güne kadar FETÖ’nün dışındaki unsurların da içinde yer aldığı, Hükümetin önceden haberi olduğu halde sonuçlarından yararlanmak üzere kısmen göz yumulduğu hatta bizzat AKP tarafından organize edildiğine dair birçok tez ileri sürüldü.
Bu tezlerin aksine AKP kanadı da devletin tüm olanaklarını kullanarak 15 Temmuz’u bir MİT haline getirmek için özel bir çaba harcıyor. Cumhurbaşkanı darbe gecesi “Şu olay var ya, Allah’ın bize büyük bir lütfudur” değerlendirmesi yapmıştı. Peki bu lütuf ne anlama geliyordu? Bunu anlamak için 15 Temmuz’un yıldönümünde darbenin gerçekte kime, nasıl yarar sağladığına bakmak gerekiyor. Darbeden bugüne ne oldu? Neler yaşandı?
Darbe girişiminin ardından 20 Temmuz’da tüm ülkede OHAL ilan edildi. Dünyanın her yerinde “Sıkıyönetim”, “OHAL” vb. ara rejim modelleri siyasal iktidarlara normal yönetim usullerinin geçerli olduğu zamanlarda yapamayacaklarını yapabilme imkânı vererek temel hak ve özgürlükleri sınırlanmasına yol açar. Bu nedenle de uluslararası hukuk OHAL rejiminin, ilan edilme gerekçesi ile sınırlı, geçici, ulusal ve uluslararası yargı denetimine açık ve en nihayetinde bir dizi temel (çekirdek) hakkı hiçbir şekilde sınırlanamayan bir rejim olması gerektiğini ısrarla belirtir. Ancak süreç evrensel hukuk normlarının tamamen aksine işledi: Önceleri “Devlet kendine OHAL ilan etti”, “birkaç ay içerisinde kaldırılacak” gibi laflar edilse de bugün itibariyle OHAL, birinci yılında ve kimsenin kaldırmaya niyeti yok. OHAL uygulamaları ve KHK’ ların yol açtığı adaletsizlik ve hukuksuzluklara karşı başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere her türlü denetleme/itiraz mercii ve mekanizması işlevsiz ve etkisiz durumdadır. “OHAL koşullarında bazı temel (çekirdek) haklara dokunulamaz” ilkesi ile alay edercesine başta yaşam hakkı ve işkence yasağı olmak üzere tüm temel haklar ağır biçimde ihlal edilmiştir.
OHAL ilanının ardından meclis devre dışı bırakılarak ülke KHK’lar ile yönetilmeye başlanmış, OHAL ve KHK rejimi tarafından, FETÖ-PDY ile ilgisi olduğunu iddia edilerek her kurumda muhalifler listelenmiş, işine son verilmiş, gözaltına alınmış, tutuklanmış, Kürt sorununda inkârcı yaklaşımla hortlatılan savaş sürecinde MHP yedeklenmiş, Türk-İslam kimliği dışındaki tüm etnik, dini ve kültürel farklılıklara sistemli bir saldırı dalgası başlatılmıştır.
Önceki gün Cumhurbaşkanı’nın “…Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız” şeklindeki ifadelerinde somutlandığı gibi işçi ve emekçilerin ekonomik ve sendikal mücadelesine karşı büyük bir saldırı dalgası başlatılmıştır. Nitekim 2017’de 5 grev engellenmiş, işçilerin yüz yıllık kazanılmış hakkı olan kıdem tazminatına el uzatılmıştır. İşçi ve emekçilere karşı başlatılan bu saldırılar tüm halkın hak ve özgürlüklerine, ekmek ve aşına da yönelmiştir, yönelecektir. Övünerek anlatılan ülke ekonomisinde enflasyon yeniden çift haneli rakamlara (TÜİK verileriyle % 12’lere) ulaşmış, sefalet ücretleri yaygınlaşmış ve çalışma yaşamında sermayeyi koruyan birçok düzenleme yapılmıştır.
Çıkarılan toplam 24 tane KHK ile 105 bin 18 kamu görevlisi kamu görevinden ihraç edildi. 33 bin 128 öğretmen, 5 bin 295 akademisyen, 1200 yükseköğretim idari personeli ne ile suçlandığını bilmeden, haklarında herhangi bir hukuki delil ya da suçlama olmaksızın hukuksuz bir şekilde kamu görevinden ihraç edildi. Aynı dönemde 24 bin 490 öğretmen yine hukuksuz bir şekilde açığa alındı. Açığa alınan öğretmenlerden 16 bin 759’u (10 bin 470’i Eğitim Sen üyesi) aylarca okullarından ve öğrencilerinden uzaklaştırıldıktan sonra görevlerine iade edildi. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça hocalarımız bu süreçte direnişleriyle KHK zulmüne karşı simgeleştiler, ülke ve dünya gündemine yerleştiler. Direnişlerinin kitleselleşmesinden korkan iktidar zulme devam ederek hocalarımızı cezaevine atarken hukuk skandalı gerekçeler ortaya atıldı, kararın siyasi olduğu gün gibi ortaya çıktı.
OHAL-KHK rejiminde, hukuk iktidarın emrine girmiş, düğmesiz cübbelerini iliklemeye çalışan mahkeme başkanları iktidarın arzu ve isteklerini koruyan kollayan bir duruma getirilmiştir. HSYK darbecilerden temizlenirken HSK adını almış, her dairesi iktidarın taleplerini ikiletmeyen bir yapılanmaya dönüştürülmüştür. Gelinen noktada muhaliflere, düşünce ve vicdan özgürlüğü, gösteri ve yürüyüş, basın açıklaması gibi en temel anayasal haklarını kullandıkları için açılan davalarda birbiri ardına tutuklama zulmü reva görülür hale gelmiştir. Savcılar ve hakimler büyük bir iktidar baskısı altında iken hak, hukuk, adalet beklemek olanaksız hale gelmiştir. İşte bu yüzdendir ki milyonlarca insan adalet taleplerini, tek çare olarak geriye kalan sokakta dile getirmeye başlamıştır.
Üniversiteler de OHAL’den ve KHK zulmünden payına düşeni fazlasıyla almıştır. Darbe girişiminin hemen ardından üniversitelerden 4 bin 225’i akademisyen, 1117’si ise idari personel olan toplam 5342 kişi hızla görevden uzaklaştırıldı. İhraç edilen akademisyenlerin 380’i “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan akademisyenlerdir. 18 Ekim 2016 tarihinde 2016-2017 akademik yıl açılışı Sarayda yapılarak, rektörler cübbelerine “iktidar iliği” açtı, üniversitelerin kurumsal özerkliği ayaklar altına alındı.
Bu süreçte 1656 kişi sosyal medya paylaşımları nedeniyle tutuklanmış; Temmuz 2016’da 45 gazete, 16 TV, 16 Dergi, 3 Haber ajansı ve 23 Radyoya ek olarak Eylül 2016’da İMC TV, Hayatın Sesi TV, Özgür Radyo gibi kurumların aralarında bulunduğu 12 TV ve 11 Radyo kanalını daha susturmakta tereddüt etmemiştir. Ayrıca Türkiye bu dönemde Twitter sansüründe dünya birincisidir.
Faşizmin tüm kurumlarının görünür hale geldiği, AKP’nin devleti tümüyle ele geçirdiği ve toplumsal yapının farklılıklarına sistematik olarak saldırdığı OHAL-KHK Rejiminde FETÖ ile ilişkili olmayan, demokratik toplum mücadelesinde yerini almış onlarca dernek ve STK kapatılmış, faaliyetleri yasaklanmıştır.
KHK’lar eliyle tüm siyasi mekanizmalar ortadan kaldırılmış, giderek parlamento etkisizleştirilmiş, dokunulmazlıkları kaldırılan muhalif milletvekillerini tutuklanmaları sağlanmış, gazeteciler, aydınlar ve birçok kamu çalışanı sendikalı, STK üyesini tutuklanmış, kamudan ihraç edilmiş, açığa alınmış, muhalif gazeteler, televizyonlar, radyolar susturulmuş, FETÖ ile ilgisiz yüzlerce kurum ve dernek kapatılmış, onlarca web sitesine erişimi yasaklanmış, sosyal medya zapturapt altına alınmış, birçok kişinin paylaşımlarından ötürü tutuklanmaları sağlanmıştır.
Seçimle kazanılan HDP’li 103 belediyeden 83’üne kayyum atanmış, 89 eş başkanı tutuklanmış, ülkenin 3. büyük siyasi partisine OHAL döneminde adeta siyaset yasağı getirilmiş, devam eden süreçte Eş Genel Başkanları da dahil toplamda 12 milletvekili tutuklanmıştır.
Sözde FETÖ bahane edilerek idam kararı yeniden gündeme getirilmiş, mafya babaları demokrasi mücadelesi yürüten ve hakları için mücadele edenleri tehdit etmeye başlamış, bizzat sarayın danışmanları tarafından “meşru müdafaa” gerekçesiyle ruhsatlı silah alımlarının kolaylaştırılacağı söylenmiştir.
Başkanlık sistemi için yapılan 16 Nisan referandumunu “Hayır” cephesinin kazanmasına rağmen türlü oyunlarla “Evet” açıklanmış, açıkça yapılan seçim yolsuzlukları konuşulurken sayımın ilk saatlerinde “atı alan Üsküdar’ı geçti.” denilebilmiştir.
Bir yıl içerisinde yaşananlara baktığımızda şunu artık çok kolay görebiliyoruz. AKP darbe girişimini demokrasiyi tamamen rafa kaldırmak, meclisi devre dışı bırakmak, muhalifleri susturmak, dikta rejimini oturtmak için fırsata dönüştürmüştür. Ancak bu fırsata dönüştürme meselesi o kadar abartılı olmuştur ki; herkesin aklında darbe öncesi hazırlık yapıldığı, OHAL dahil her şeyin önceden planlandığı ve hazırlık yapıldığı şüphesi oluşmaya başlamıştır. Bugün geriye dönüp baktığımızda bir yıllık süreçte yaşanan hak kayıpları, mağduriyetler, faşist baskı ve uygulamalar, 15 Temmuz darbe girişimini bir bahane haline getirmiştir.
Öte yandan artık bugün darbenin AKP tarafından tezgahlanmasa bile, önceden bilindiği, ancak önlenmediği ve o gece iki yüzden fazla vatandaşımızın ölümüne neden olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Kimse artık “enişte” yalanına inanmamaktadır.
Sonuç olarak ister bir darbe girişimi, ister kontrollü darbe, ister AKP’nin tezgahladığı bir senaryo olsun bugün bunların hiç biri 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ile gerçekleştirilen sivil darbeyi örtbas edemez. Şu an önümüzdeki en büyük gerçek budur. Er ya da geç ama mutlaka bir gün yapılan bu sivil darbe ve diktatörlük son bulduğunda darbe girişimi senaryoları dahil yaşanan tüm gerçekler gün yüzüne çıkacak ve ölen vatandaşlarımızın, yaşanan tüm mağduriyetlerin hesabı sorumlularından sorulacaktır.
İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ