YAŞAMI SAVUNALIM, İŞ CİNAYETLERİNİ DURDURALIM!
TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından 03.03.2022 tarihinde İzmir Mimarlık Merkezinde “3 Mart İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü” ile ilgili olarak basın açıklaması gerçekleştirilmiştir. Basın metni TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Aykut Akdemir tarafından okunmuştur.
YAŞAMI SAVUNALIM, İŞ CİNAYETLERİNİ DURDURALIM!
Bitmek bilmeyen salgın, art arda yaşanan afetler ve tüm acımasızlığıyla devam eden savaşın gölgesi altında
geçirdiğimiz bu günler, insan sağlığının ve hayatının ne kadar önemli olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
İnsan yaşamına ve insanlığın ortak geleceğine olan tüm saygı ve inancımızla savaşsız ve sömürüsüz bir dünya
dileğimizi bir kez daha haykırıyoruz.
Bundan tam 30 yılı önce, 3 Mart 1992 tarihinde Zonguldak Kozlu’da yaşanan ve 263 madencinin yaşamını yitirdiği
maden kazası, ülkemizin en büyük maden facialarından biri olarak tarihe geçmiştir. Ülkemizdeki iş cinayetlerine
dikkat çekebilmek, insan hayatının, işçi sağlığının ve iş güvenliğinin önemini vurgulamak için 3 Mart tarihi
TMMOB tarafından “İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü” olarak ilan edilmiştir.
Yaşanan onca acıya, yaptığımız tüm uyarılara rağmen gerekli önlemler alınmadığı, yapılaması gereken
düzenlemeler yapılmadığı için aradan geçen 30 yılda on binlerce kişi, evine ekmek götürebilmek için çalıştığı
işyerinde hayatını kaybetti. Bu kayıplar her geçen yıl ne yazık ki daha da artıyor. Basına yansıyan haberlere göre
2021 yılında işi başında hayatını kaybeden emekçilerin sayısı en az 2 bin 170 olarak tespit edildi. Basına
yansımayan, habere konu olmayan daha çok sayıda iş cinayetinin olduğunu hepimiz biliyoruz.
Emek sömürüsünü derinleştiği; esnek, güvencesiz istihdamın yaygınlaştığı, emek örgütlerinin etkisizleştirildiği 20
yıllık AKP iktidarı dönemi boyunca toplu işçi ölümleri tarihin en yüksek sayılarına ulaşmış, 20 yılda 28 binin
üzerinde emekçi işyerlerinde hayatını kaybetmiştir.
Madenlerde, inşaatlarda, tarım alanlarında, fabrikalarda yaşanan facialar toplumda derin acılar yaratmaktadır. ILO
verilerine göre Türkiye ölümle sonuçlanan kazalar bakımından Avrupa’da ilk sırada yer almaktadır.
Bu durum mevcut yasal düzenlemelerin iş kazalarını ve ölümlerini önlemekteki yetersizliğinin, ülkemizde işçi
sağlığı ve iş güvenliği konusunda köklü ve yapısal sorunlar olduğunun en açık göstergesidir.
Oysa “elverişli koşullarda çalışma hakkı” İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde güvence altına alınmış bir
haktır. Emeğin yüzlerce yıllık mücadelesi sonucunda benimsenen bu hak, “işçi sağlığı ve iş güvenliği” adıyla tüm
dünyada kabul edilen temel bir çalışma ilkesi halini almıştır.
İş kazaları ve meslek hastalıklarının temelinde, sermayenin azami kar hırsı ve emek aleyhine politikaları
yatmaktadır. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin düzenlemelerde sendikalar, meslek örgütleri ve bilim
insanlarının görüşlerinin dikkate alınmaması sorunu her geçen gün derinleştirmektedir.
Mevcut yasal çerçeve, işçiyi korumak, iş güvenliğini sağlamak ve meslek hastalıklarını önlemekten çok sermaye
çıkarlarını gözeten konumdadır. Siyasi iktidar, mevzuatı ve çalışma koşullarını iyileştirici ve geliştirici adımlar
atmaktan sürekli olarak kaçınmaktadır. Çünkü insan hayatını değil, rantı odağına almakta; çalışandan değil,
işverenden yana taraf olmaktadır.
Devletin iş sağlığı ve güvenliği alanındaki bu çarpık konumlanışı nedeniyle, devletin ve işverenin sorumluluğunda
olması gereken pek çok şey İş Güvenliği Uzmanlarının omuzlarına yüklenmektedir. Danışmanlık hizmeti olarak
verilmesi gereken işçi sağlığı ve iş güvenliği, ülkemizde yasaların da yol vermesi ile bir suçlu yaratma olayına
dönüşmüştür.
İş güvenliği uzmanlarının tüm uyarılarına rağmen işverenlerin almadığı önlemler sonucu yaşanan ölüm, kaza gibi
durumlarda dahi meslektaşlarımız günah keçisi ilan edilmekte, kazaların asli suçlusu olarak yargı önüne
çıkartılmakta, hatta hapis cezaları verilebilmektedir.
Yapılması gereken şey, bu çarpıklığın düzeltilerek, işçi sağlığı ve iş güvenliğine kaynak ayırmayan, tedbirleri
almaktan kaçınan, bu tedbirlere işgücü ve maliyet hesabıyla yaklaşan işverenlerin de yaşanan kazalardan ve
meslek hastalıklarından sorumlu tutulacağı bir işleyişe geçilmesidir.
İşverenlerin temel sorumluluklarından kaçtıkları, kendi yerlerine birer günah keçisi olarak iş güvenliği uzmanlarını
koydukları bir çalışma yaşamında, önleyici ve engelleyici hiçbir çalışmanın yapılamayacağı açıktır.
Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde sonuçlanan Hendek Patlaması davasında görülmüştür. 7 Kişinin hayatını
kaybettiği, 127 kişinin yaralandığı bu patlamada işyeri sahiplerine olası kasttan ceza verilmemiş olması kamu
vicdanını yaralamıştır.
Emeğe ve emekçiye düşman olan bu sistem sermayenin sınırsız sömürü düzenin bir sonucudur. Taşeronlaştırma,
özelleştirme, sendikasızlaştırma, denetimsizlik, esnek istihdam politikaları, kayıt dışı çalışmaya izin veren
politikalar ve bunun sonucu oluşturulan mevzuat ile sorunlu bir sistem üretmiştir. İş cinayetlerini seyrederek olan
biteni kadere, fıtrata bağlayan açıklamalar yapan siyasi iktidar bu sistemi korumak üzere yoğun çaba sarf
etmektedir.
Ülkemizde iş cinayetlerinin, iş kazalarının ve meslek hastalıklarının bu denli yaygın olmasının bir diğer nedeni de,
emekçilerin sendikal haklarının baskı altında tutulmasıdır. Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller tüm
çalışanlar için kaldırılmadıkça işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yol almak mümkün olmayacaktır. Sendikasız
uzman, sendikasız işçi, örgütsüz bir çalışma yaşamı ile emekçiler tüm olumsuzluklara açık ve savunmasızdır. Bu
savunmasızlığa karşı adil yargılanma, örgütlenme, insani koşullarda bir çalışma yaşamı ve işyerlerinde
emekçilerin ölmeyeceği, yaralanmayacağı, sakat kalmayacağı bir düzen istiyoruz.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanına ilişkin düzenlemelerin ve denetimin yalnızca Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı tarafından yürütülmesi, doğru kararların alınmasının önünde bir engeldir. Bu nedenle düzenleme ve
denetleme; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yanında, Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, sendikalar, TTB ve
TMMOB’den oluşan idari ve mali yönden bağımsız bir enstitü tarafından yerine getirilmelidir. Çalışma yaşamına
ilişkin tüm düzenlemeler bu enstitü tarafından yeniden ele alınmalı ve kararlaştırılmalıdır.
Gerçekleşen iş cinayetleri ve iş kazalarının büyük çoğunluğunun önlenebilir olduğu bilinmektedir. Bilimsel ve
teknik ölçütler doğrultusunda atılacak adımlar ile göz göre göre “geliyorum” demekte olan facialara son vermek
mümkündür. Bunun için önce insan hayatını ve emeğe değer veren bir yaklaşımın benimsenmesi gerekmektedir.
Bizler, her 3 Mart’ta olduğu gibi bugün de iş cinayetleri ile mücadele etmek için sesimizi yükseltiyoruz. Ölüm,
yaralanma ve sakat kalma; esnek ve güvencesiz çalışma hiçbir emekçinin kaderi değildir. İnsan onuruna yakışır,
güvenli ve güvenceli çalışma hakkımız, mesleğimiz için sesimizi yükseltiyoruz.
Tüm ülkede, tüm çalışma alanlarında iş güvenliği önlemlerinin artırılması, bağımsız denetim sisteminin
yerleştirilmesi, iş cinayetlerinin ve iş kazalarının durdurulması için yılmadan mücadele edeceğimizi kamuoyuna
saygı ile duyururuz.
TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ